DR. ABDULKADİR TURAN / İNZAR DERGİSİ
Müspet eylemlerin çekme, toparlama; menfi eylemlerin uzaklaştırma, dağıtma gibi bir mahiyeti vardır. Örneğin sevmenin çekip toparlama, nefretin itip uzaklaştırma gibi bir yönü söz konusudur.
Af ve ceza arasındaki ilişkide de böyle bir durum vardır: Af, toparlar, büyütür; ceza, yalıtır ve küçültür.
Af, Allah’ın Rasûl’ü salallahü aleyhi vesellem’in ahlakı ve aynı zamanda Ona Allah ü Teâlâ tarafından emredilen faziletler arasındadır.
Yüce Allah, A’raf Sûresi 199. Ayet-i Kerime’de,
“(Ey Rasûl’üm) Sen affı benimse, urfu (mârufu) emret ve cahillerden yüz çevir!” buyurmaktadır.
Zamahşerî’nin ifade ettiğine göre, İmam Ca‘fer-i Sadık radiyallahü anh, “Kur’ân’da, erdem ve güzellikleri bundan daha iyi toplayan bir ayet yoktur.” buyurmuşlardır.
Ayet-i Kerime’de Rasûl-i Ekrem’e emredilen, affı benimseyip, iyiliği emretmesi ve cahillerden yüz çevirmesidir. O hâlde cahiller, af konusunda farklı bir tutum içindedirler.
Sadece cahiller mi? Cevabı Ayet-i Kerime’nin siyakından alıyoruz:
“Eğer şeytandan bir fitleme seni dürtüklerse hemen Allah’a sığın! Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.
Takva sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda onu düşünüp hemen gerçeği görürler.” (A’raf Sûresi, 200-201)
Ayet-i Kerimelerden anlaşılacağı üzere şeytan da bizzat insanı, af mevzusunda farklı davranmaya itip saptırmaya çalışmaktadır. Lâkin takva ehli kendini ondan uzak tutar.
Ceza, eylemin müspet veya menfi karşılığıdır ama affın zıddı olarak menfi manayı ifade eder. Dolayısıyla bir eyleme karşı cezayı tercih etmek, kişiye yanlış eyleminden dolayı eza vermektir. O eza, suçlunun eyleminin karşılığı olduğu için hakkıdır ve insan, birinden zarar gördüğünde o hakkı yerine getirmek, kendisine eza verene ceza vermek ister.
Ceza, sadece menfi eylem peşinde olanı, suça kast edeni durdurmaz, aynı zamanda cezaya tanıklık edenleri hatta cezayı duyanları da te’dip eder. Onlar için de öğüt olur ve nihayetinde ceza, fert ve toplumu suça yönelenin şerrinden korur.
Ceza, riski azaltır, suçluyu, yanlış yapanı uzaklaştırır. Bunun için cezada cezayı verenin kendisini garantiye alması , dolayısıyla rahatlaması söz konusudur. Bu münasebetle, cezayı tercih etmenin hikmeti vardır.
Bu hikmet söz konusu iken affı tercih etmek, akla ağır gelir. Kişinin kendisine eza verene ceza vermemesi bir de nefsine ağır gelir.
Nefis, coştuğunda fazileti unutturur, düz davranışa yöneltir. Şeytan da insanın tam da bu zor vaziyetinde araya girerek onu faziletten daha da uzaklaştırıp heves, hırs yönünde harekete geçirir. Kişi o yönde kendisine hâkim olamayıp takvadan uzaklaştıkça tuzağa yaklaşır.
Özellikle bilmek gerekir ki bir hususta hikmet, heves ve nefsanî istek buluşunca insanın kendisine hâkim olması hakikaten zorlaşır. Akılla arzuları bir araya getiren, onları aynı karar üzerinde buluşturan bu hâl hâsıl olduğunda artık ona karşı koyabilmek ahlaki açıdan büyük bir fazilettir.
Rasûl-i Ekrem, ahlakta en yüce faziletlere sahiptir. Ama Ondaki üstün ahlaka rağmen yüce Allah, nasihat ve emir mahiyetinde Ona yine affı emretmektedir. Demek ki cezadan vazgeçmek zor olduğu gibi affı tercih etmenin de ceza vermekten daha üstün bir hikmeti vardır. Lâkin nefis, genel olarak affı sevmez ve şeytan da bu konuda onunla işbirliği yapıp insanın işini zorlaştırır.
Af, özü itibariyle risktir. Zira suçluyu, yanlış yapanı cezasız bırakmak suç işleme, yanlış yapma ihtimalini artırır; sizi tehlikeye atar. Ama aynı zamanda risk, ticarette olduğu üzere kontrol altında gerçekleştiğinde bereketin kapısını açar.
Fedakârlık, ihsan etmek gibi İslâmî eylemler, zahirde azalmaya yol açar görünse de batında berekete vesile olur, zıddını hasıl ederek çoğaltır. Affın da böyle bir yanı söz konusudur.
“Af”ın bir anlamı, “imha etmek, yok etmek” ise bir anlamı da “fazlalık”tır, dolayısıyla çoğalmadır, artmadır. Aynı şekilde gönüllü verilen, dolayısıyla zekât kapsamına girmeyen sadakaya da “af” denmiştir. Zira o bir fazilettir, kişinin iyilikten payı bağlamında müspet fazlalıktır.
Siz, af ile cezayı yok sayar, kendinizi riske atarsınız ama af, fazlalaşmaya, çoğalmaya, berekete vesile olur. Af, cezayı yok ederken etrafınızda toplanmaya vesile olur, varlığınızı bereketlendirir, aranızdaki muhabbeti artırıp sayınızı çoğaltır, birliğinizi kaim ve daim kılar.
Zamahşerî der ki A’raf 199’da geçen “el-‘urf” ifadesi, “güzel, uygun fiiller” demektir. “Cahillerden yüz çevir!” ise “Sefihlere onların sefihliği misalince/mislince karşılık vermeme! Onlarla tartışma, onlara karşı halim ol, seni üzecek davranışlarını görmezden gel.” anlamındadır.
Söylendiğine göre bu ayet nazil olduğunda Hz. Rasûl manasını Hz. Cebrail’e sormuş, o da “Bilmiyorum, bir bilene sorayım.” buyurmuştur. Hz. Cebrail döndüğünde “Ey Muhammed! Rabbin Sana, Seninle akrabalık bağını kopartanla irtibatı sürdürmeni, Senden esirgeyene vermeni, Sana zulmedeni affetmeni emretmekte.” demiştir.
Zamahşerî’nin aktardığı rivayetten anlaşılan, affın esası karşılıksız olmasıdır; kişinin kendisine eza verene ondan hiçbir karşılık beklemeden ona eza etmemeyi tercih etmesidir. Bu, hiç kuşkusuz nefsin hoşuna gitmeyeceği gibi, cahiller de bunu kavramaz.
Seyyid Kutub, Allah rahmet eylesin, der ki Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem, İslam’ın esasları konusunda tavizsizdi. Ama insanlarla ilişkiler ve dostluk konusunda yüce Allah, ona (Aʿraf 199’daki ayet-i kerime ile) affı tercih etmesini, insanların hatalarını, zafiyetlerini, noksanlarını görmezlikten gelmesini ve insanî ilişkilerde onlara zorluk yüklememesini emretti.
Seyyid’e göre, ayette geçen “el-urf”, tartışma götürmeyecek kadar açık ve net iyilik anlamındadır. İnsan, ilk başta iyilik görürse, fıtratındaki iyilikle muamele görürse iyiliği keşfeder, kavrar, zamanla yola girer ve ona kumanda etmek kolaylaşır.
Dolayısıyla affı tercih etmek, insanı iyilikle tanıştırmak için aynı zamanda bir vesiledir. Şunu ifade edelim ki Selâhaddîn-i Eyyûbî Hazretleri de affı insanları iyilikle tanıştırmak ve onları iyiliğe alıştırmak için bir eğitim ve irşad aracı gibi görmüştür. Haçlıları ve kendisine karşı suç işleyen Müslümanları affederek onların kalplerini iyiliğe açmaya, onları affın iyiliği ile kötülükten vazgeçirmeye çalışmış ve bunda tarihe geçen bir başarı elde etmiştir.
Seyyid, Ayet-i Kerime’de geçen “cahillere aldırış etme” ifadesini açıklarken cehaletin hem rüşdün, yani doğru davranmanın hem ilmin zıddı olduğunu ve bu ikisinin de birbiriyle tamamen bağlantılı olduğunu ifade eder. Ona göre cahillere aldırış etmemenin bir anlamı da cahillerin sözünü ciddiye almamaktır.
Hakikaten cahil olan, İslam’ın af ile ilgili tutumunu anlamakta güçlük çeker. Zira İslam, hem suçla ilgili çok ağır dünyevi cezalar öngörmüş hem çok ağır uhrevi cezaları haber vermiştir. Ama İslam bunun yanında, bugünün sözde insan hakları söyleminin doruğa çıktığı bir zamanda dahi eleştirilere konu olacak kadar aftan yana bir tutum içindedir. Dolayısıyla geçmişin hevesleriyle, duygularıyla hareket eden cahiliyesi İslam’ın af yaklaşımını anlamakta güçlük çektiği gibi, bugünün aklıyla hareket eden modern cahiliyesi de İslam’ın af yaklaşımını anlamakta güçlük çekmektedir.
İSLAM’IN CEZA YAKLAŞIMI
İslam’dan önce iki farklı ceza anlayışı yaygındı. Bedevî topluluklarda genel olarak hukuk yoktu. Cezada keyfiyet vardı. Kimi suçlar cezasız kalırdı, kimi suçlara ise olması gerekenden çok daha ağır cezalar verilirdi. Örneğin katilin onun suçunu onaylamayan yakınları dahi sadece yakını oldukları için cezalandırılırdı ki bu zulüm, günümüzde de yarı Bedevi toplumlarda devam etmektedir.
Buna karşı Roma ve muhtemelen Sasanî’de de keskin bir hukuk vardı. O tür imparatorluklarda daha sonra Batı hukukuna da geçen ve Victor Hugo’nun ünlü Sefiller romanına konu olduğu üzere affı tamamen yok sayan bir cezalandırma sistemi söz konusuydu.
İslam, buna karşı hem suçtan caydıracak bir ceza sistemi getirmiş hem merhametin kapılarını açmış, affı yaygınlaştırmıştır.
İslam, cezayı keyfi olmaktan çıkarmış ama bağışlanmanın da yolunu açmıştır. İslam’da kısas vardır; katil, öldürülür. Katilin yakınları onun eyleminden dolayı öldürülemez. Ama onlardan tazminat alınır. Ta ki aralarında yakınlık bulunanlar, birbirlerine sahip çıksınlar. Maktulün yakınları ise katili affetme yetkisine sahiptir.
Salt, bu hüküm dahi incelendiğinde İslam’ın nasıl kendine özgü ve çok seçenekli bir yol izlediği beyan olmaktadır. Bu çok seçeneklilik, İslam için bereketin kapılarını açmış; İslam toplumunu suçluların şerrinden muhafaza ederken kaynaştırmış, büyütmüş ve yüceltmiştir.
Cahil, düz düşünür; ne İslam’daki cezayı ne affı anlar ya ceza versin ya da affetsin, der. Bu düz mantık, Kur’an-ı Kerim’in tam da imha edip yerine çok seçenekli ve derin düşünceyi getirdiği mantıktır. Müslüman, bu mantığı ciddiye bile almaz. Zira bu mantık İslam’ın bereketini ortadan kaldırır.
Öte yandan İslam’ın ahkamı ve yüce Allah’ın emirleri bir bütündür, birbirini tamamlayacak mahiyettedir. Araf 199 ile Al-i İmrân 159 Ayet-i Kerimeleri de birbirini tamamlamaktadır:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
Dikkat edilirse Ayet-i Kerime, “yumuşak davranma”yı doğrudan, rahmetle ilişkilendirmektedir. Rahmet, hiç kuşkusuz berekettir. Malum olduğu üzere toprağı yumuşatıp tohumların yeşermesine, dolayısıyla yeryüzünde berekete vesile olan yağmur için de halk arasında “rahmet” denir.
Bir disiplin içinde, yani halis bir niyet üzere olan af da yağmur gibidir, onun gibi rahmettir ve bereketin kapısını açar. Buna karşı sert tutum, itip dağıtır; kurutur, kıtlığa, kısırlığa, bereketsizliğe küçülüp azalmaya yol açar.
Cahiller, şu hakikati zor anlarlar: Afta yumuşaklık vardır ama safları bütünleştirip birliğe ve çelik gibi dirliğe vesile olur. Cezada ise güven var gibidir ama dağıtıp paramparça edebilir. Öyleyse affı tercih et! Ondan önce de işlerini istişare ile yap ki kararlara, işlere katılsınlar ve sorumlulukla hareket etsinler. Nihayetinde bu yönde davrandıktan sonra riske bakıp endişe içinde kalma, sen gereğini yapmışsın, artık Allah’a tevekkül et! Bir manasıyla O’nun sana öğrettiği bu davranış tarzının doğru olduğundan emin ol! Sakın, aklına, heva ve hevesine kanıp da onun yolundan sapma!
Özetle, İslam’da ceza ile af arasında bir denge vardır ve mümkün olduğu kadar af, cezaya tercih edilir. Zira af, bütünleştirip birleştirir, kalpleri birbirine ısındırıp muhabbeti artırır. Ceza da bir önlemdir ancak ilk çare değil, başvurulacak son yoldur. Toplumda ve insanî ilişkiler konusunda af ve ceza dengesi korunduğunda toplumsal bütünlük de sağlanıp korunur.